Abdullah b. Ubeydullah b. Ebû Müleyke (r.a.), kaynaklarda asıl adı Zübeyr olarak geçen, İslâm tarihinde önemli bir yeri olan âlimlerden biridir. Mekke’de yetişmiş, Abdullah bin Zübeyr (r.a.) döneminde kadılık görevinde bulunmuş ve aynı zamanda Harem-i Şerif’in müezzini olarak hizmet etmiştir. Hem adalet sahasında hem de ibadet hayatında aktif bir şekilde görev yapması, onun toplumda güvenilir ve saygı duyulan bir şahsiyet olarak tanınmasına vesile olmuştur.
İslâm tarihinde genç sahâbîlerden biri olan Abdullah bin Abbâs -radıyallâhu anhümâ- bizlere çok kıymetli bir hatırayı nakleder. Henüz küçük yaşlarındayken, Allah Rasûlü -sallallâhu aleyhi ve sellem- ile aynı binekte yolculuk yapma şerefine nail olmuştu. O esnada Efendimiz ona dönerek, hayat boyu ışık tutacak bazı altın öğütlerde bulundu.
İslâm tarihinin dikkat çeken kıssalarından biri, Yahudi âlimlerinden Zeyd bin Sa‘ne’nin hayatında yaşanmıştır. Henüz Müslüman olmadan önce, Hz. Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) ile yaşadığı bir olay, onun kalbindeki tüm şüpheleri ortadan kaldırmış ve hakikati kabul etmesine vesile olmuştur.
Hicrî II. yüzyılda Basra’da yaşamış olan Abdülvâhid b. Zeyd, erken dönem zâhidler arasında dikkat çeken bir isimdir. Kaynaklarda onunla ilgili ayrıntılar sınırlı olmakla birlikte, künyesi Ebû Ubeyde, nisbesi ise Basrî olarak kaydedilmiştir. Babasının da Basrî nisbesiyle anılması, onun Basra doğumlu olma ihtimalini güçlendirmektedir. Ancak doğum tarihi kesin olarak bilinmemektedir.
İslam tarihinde ismi derin bir iz bırakan sahabilerden biri de Zeyd bin Harise (r.a.)’dir. O, kölelikten hürriyete, sıradanlıktan emirliğe uzanan ibretlik bir hayat yaşamıştır. Üstelik o, azadlı köleler arasında ilk Müslüman olma şerefine ulaşan kişidir.
Ashab-ı kiram arasında öne çıkan isimlerden biri olan Zeyd bin Erkam (r.a.), rivayet ettiği hadislerde ve dini meselelerde son derece ihtiyatlı davranmasıyla tanınır. O, her sözü Rasûlullah’tan aktarmanın büyük bir sorumluluk olduğunun bilincindeydi.
Kalbe doğan mânevî işaretler, çoğu zaman insana bazı sırlar açar. Fakat o, bu bilgilerin doğruluğundan emin olmadan onları kabul etmezdi. Her seferinde ölçüyü iki şâhit üzerine kurardı: Kur’ân-ı Kerîm ve Sünnet-i Seniyye. Bu ikisine dayanmadıkça, gönle gelen her ilhamın güvenilir olmayacağını söylerdi.
Kanuni Sultan Süleyman’ın sanatkâr ve derin düşünceli yönünü ortaya koyan en dikkat çekici hikâyelerden biri, Topkapı Sarayı’nın bahçesinde geçer. Devlet işlerinden kalan zamanını tabiatla meşgul olarak değerlendiren padişah, bir gün itinayla yetiştirdiği meyve ağaçlarının karıncalar tarafından sarıldığını fark eder. Zarar gören ağaçların akıbeti üzerine tereddüt yaşayan Kanuni, meseleyi dönemin büyük âlimi Şeyhülislâm Ebussuud Efendi’ye arz etmeye karar verir.
Kutalmışoğlu Süleyman Şah, 1075-1086 yılları arasında Anadolu Selçuklu Devleti’nin kurucusu ve ilk sultanı olarak tarihe geçmiştir. Selçuk Bey’in torunu olan Süleyman Şah, Kutalmış’ın oğludur. Babası Kutalmış, 1063’te Sultan Alparslan’a karşı giriştiği mücadelede mağlup olmuş ve geri çekilirken hayatını kaybetmiştir. Bu olayın ardından Süleyman Şah ve kardeşleri Alparslan tarafından esir alınmış, ancak vezir Nizâmülmülk’ün müdahalesi sayesinde idam edilmekten kurtulmuşlardır. Kardeşleriyle birlikte uzun süre Urfa ve Birecik çevresinde sürgün hayatı yaşamak zorunda kalmıştır.
Kanûnî Sultan Süleyman, 27 Nisan 1495 tarihinde Trabzon’da dünyaya geldi. Babası Osmanlı tahtına Yavuz Sultan Selim adıyla çıkacak olan Şehzade Selim, annesi ise Türk ya da Çerkes kökenli olduğu kabul edilen Hafsa Sultan’dır. Çocukluk yıllarında annesi ve babaannesi Gülbahar Hatun’dan ilk eğitimini aldı. Yedi yaşına geldiğinde dedesi Sultan II. Bayezid’in yanına, İstanbul’a gönderilerek dönemin seçkin hocalarından tarih, edebiyat, fen ve din dersleri aldı; aynı zamanda askerlik ve savaş teknikleri üzerine eğitim gördü. Genç yaşlarda sancak görevlerine tayin edildi; Şarkî Karahisar, Bolu ve ardından Kefe’de yöneticilik yaptı.