Yakup Aleyhisselam, Kur’an-ı Kerim’de hem Yakup hem de İsrail ismiyle anılan ve adı 16 kez geçen mübarek bir peygamberdir. Hazret-i İshak’ın oğlu ve Yusuf Aleyhisselam’ın babasıdır. İsrailoğulları’nın soyu onun nesline dayanır. Rivayetlerde uzun boylu, vakur, ince yapılı ve yüz güzelliğiyle dikkat çeken bir kişilik olduğu aktarılmaktadır. Doğum yeri konusunda farklı rivayetler vardır; kimi kaynaklar Şam’da, kimileri ise Medyen’de dünyaya geldiğini söyler.
Kur’an-ı Kerim’de onun güçlü iradeye sahip, doğru sözlü, hayırlı, salih ve tertemiz bir nesil sahibi olduğu vurgulanır. Allah’a bağlılığı, teslimiyeti ve sabrı ile örnek kılınmış olan Yakup Aleyhisselam’ın soyundan Musa, Harun, Davud, Süleyman, Zekeriya, Yahya ve İsa Aleyhisselam gibi pek çok peygamber gelmiştir.
Yakup Peygamber’in on iki çocuğu olmuş ve bunlardan en çok sevdiği Yusuf Aleyhisselam kardeşleri tarafından kıskanılarak kuyuya atılmıştır. Bu olay Yakup Aleyhisselam için en büyük imtihanlardan biri olmuştur. Evladının hasretiyle gözleri kapanmış, fakat yıllar sonra Yusuf Peygamber’le yeniden kavuştuğunda Allah’ın izniyle gözleri açılmıştır. Yusuf Aleyhisselam ile buluşmasının ardından ailesiyle birlikte Kenan diyarından Mısır’a hicret etmiştir.
Hayatının son bölümünü Mısır’da oğlu Yusuf’un yanında geçirmiş, burada yaklaşık yirmi dört sene kaldıktan sonra vefat etmiştir. Kaynaklarda 147 yaşında olduğu rivayet edilir. Defni konusunda farklı rivayetler olsa da bazı kaynaklarda naaşının Şam’da babası İshak’ın yanına götürüldüğü, bazı rivayetlerde ise Filistin’de el-Halil bölgesindeki Makpela Mağarası’na, İbrahim Aleyhisselam ve eşi Sare, İshak Aleyhisselam ve eşi Rebeka ile kendi eşi Lea’nın yanına defnedildiği belirtilmektedir.
Yakup Aleyhisselam’ın hayatı sabır, sadakat, evlat sevgisi ve Allah’a olan teslimiyetin en güzel örneklerinden biri olarak anlatılmaktadır.
İshâk -aleyhisselâm-’ın oğlu Ya‘kûb -aleyhisselâm-, Kenan diyarında yaşayan topluma gönderilmiş bir peygamberdir; kaynaklarda Medyen yahut Şam civarında doğduğu, kardeşi Iys’tan sonra dünyaya geldiği için “takip eden” anlamındaki Ya‘kûb adını aldığı rivayet edilir. “İsrâîl” lakabıyla da anılan bu mübarek nebi, Kur’ân-ı Kerîm’de hem Yakup hem İsrail ismiyle zikredilir; Allah’ın seçkin kullarından, “saffetullah” (temizlenmiş kul) olarak vasıflandırılır. Onun soyundan Musa, Harun, Davud, Süleyman, Zekeriyyâ, Yahya ve Îsâ -aleyhimüsselâm- gibi nice peygamberler gelmiş; İshâk -aleyhisselâm-’ın “zürriyetinden nebiler ve melikler” çıkması yönündeki duası kabul olunmuştur. Ya‘kûb -aleyhisselâm-, dayısının yanında yıllarca çalışmış; büyük kızı Lâyâ ve daha sonra küçük kızı Rahîl ile evlenmiş; kendisine hizmetçi olarak verilen cariyelerle birlikte aileyi büyütmüş; Lâyâ’dan altı, cariyelerden dört ve Rahîl’den iki evlat sahibi olmuştur. Rahîl uzun süre çocuk hasreti çektikten sonra Yusuf -aleyhisselâm-’ı dünyaya getirmiş, ardından Bünyamin doğmuş; kırk gün sonra da rahmete kavuşmuştur. Yusuf -aleyhisselâm-’ın doğduğu yıl Ya‘kûb -aleyhisselâm-’a nübüvvet vazifesi tebliğ edilmiş, o da Kenan ahalisini tevhîd akidesine davet etmiştir. Kur’ân’ın övdüğü sağlam irade, sadakat, salih nesil ve temiz soy hususiyetleri onun şahsında toplanmış; “Hz. Yakup’un hayatı” denildiğinde akla gelen başlıca vasıflar sabır, doğruluk ve tevekkül olmuştur.
Yusuf -aleyhisselâm-, daha küçük yaşta iken babasının gönlünde farklı bir yer edinmiş, gördüğü rüyada on bir yıldızla güneş ve ayın kendisine secde ettiğini söyleyince babası rüyayı kardeşlerine anlatmamasını öğütlemiş, hasedin ne denli yıkıcı olduğunu sezmiştir. Ne var ki kıskançlık ateşi kardeşleri sürüklemiş; “Hz. Yusuf kıssası”nın dönüm noktası olan o gün, onu gezme bahanesiyle yanlarına alıp kuyuya atmış, gömleğini kana bulayarak döndüklerinde “kurt yedi” diye bahane üretmişlerdir. Ya‘kûb -aleyhisselâm- bu sözlere itibar etmeyip “sabr-ı cemîl” ile Allah’a sığınmış; hüznünü kullara değil Rabbine arz etmiştir. Kuyudaki Yusuf -aleyhisselâm-’ı bir kervan bulup Mısır’a götürmüş, düşük bir bedele satmış; nihayet Mısır azîzi (veziri) onu himayesine almıştır. Delikanlılık çağına eriştiğinde Züleyhâ’nın sınamasıyla karşılaşmış; “maâzallah” diyerek günaha kapı aralamamış; Allah’ın bürhânı onu korumuş; iftirâ üzerine zindanı tercih etmiş; orada bile “rüya tabiri” ilmiyle iki mahpusun rüyasını doğru yorumlamış ve tevhîd davasını anlatmayı sürdürmüştür. Melikin yedi semiz-yedi zayıf inek ve yeşil-kuru başaklı meşhur rüyasını da yine o tevil etmiş; bolluk yıllarında ürünleri başağında saklamayı, ardından gelecek kıtlıkta planlı tüketimi önermiştir. Bu basiret ve ilim sayesinde zindandan izzetle çıkmış, ülkenin hazinelerini idare etmekle görevlendirilmiş; ekonomik tedbirleriyle insanları açlıktan kurtarmış; “Hz. Yusuf’un Mısır’daki yönetimi” adalet ve dirayet örneği olarak anılmıştır.
Kıtlık tüm bölgeyi sarınca, Ya‘kûb -aleyhisselâm- oğullarını erzak için Mısır’a göndermiş; Yusuf -aleyhisselâm- onları tanımış fakat kendisini gizlemiş; kardeşi Bünyamin’i getirmelerini istemiştir. İkinci gelişte ince bir planla Bünyamin’i alıkoymuş; bu esnada kardeşlerinin kalpleri yumuşamış, pişmanlıkları ortaya çıkmış; nihayet Yusuf -aleyhisselâm- kendini tanıtıp “Bugün size kınama yok; Allah sizi bağışlasın” diyerek af ve merhametin zirvesini göstermiştir. Gömleğinin kokusu Kenan’a ulaşınca Ya‘kûb -aleyhisselâm-’ın gözleri Allah’ın izniyle yeniden görmüş; aile hep birlikte Mısır’a hicret ederek yıllar süren hasret sona ermiştir. Yusuf -aleyhisselâm- Rabbinden “Beni Müslüman olarak vefat ettir ve sâlihlere kat” niyazıyla dua etmiş; hayatının her safhasında sabır, iffet, emanet ve adalet çizgisini korumuştur. Rivayetlerde, Ya‘kûb -aleyhisselâm-’ın ömrünün son bölümünü Mısır’da geçirdiği, vasiyeti gereği atalarıyla birlikte defnedildiği; başka rivayetlerde ise el-Halil’deki Makpela’da metfun bulunduğu aktarılır.
Bu uzun yolculuk, “kıssaların en güzeli”nin niçin böyle anıldığını açıklar: hasetle başlayan ayrılık, rıza ve tövbe ile rahmete dönmüş; kuyu ve zindan sabrın mektebi olmuş; rüya bir kader penceresi, rüya tabiri ise hikmetin dili haline gelmiştir. Züleyhâ imtihanında iffet, iktidarda emanete riayet, kardeşlerle buluşmada bağışlayıcılık; Hz. Yakup ve Hz. Yusuf’un (a.s.) hayatına bakan her göz için zaman üstü derslerdir. Mü’min, buradan hem kıskançlığa kapı açmama; hem de imtihan anında dilini ve kalbini Allah’ın zikriyle koruma gereğini öğrenir. Tevekkül, sebeplere sarılmayı terk etmek değil; bollukta tedbir almak, darlıkta şükür ve sabırla duruşu muhafaza etmektir. Neticede Allah dilerse bir kulu kuyudan sultanlığa çıkarır; dilerse sultanı da kul yapar. Kıssa, bize şunu fısıldar: Gözden düşenler değil, gönülden Rabbine tutunanlar kazanır; affedenler yücelir; sabredenler muradına erer.