Su, hayatın en temel ihtiyaçlarından biridir. Ancak, dünyanın birçok bölgesinde insanlar temiz suya erişim konusunda ciddi zorluklar yaşamaktadır. özellikle kırsal alanlarda yaşayan topluluklar için büyük bir sorun teşkil etmektedir. Su kaynaklarının yetersizliği, sağlık sorunlarından tarımsal verimliliğe kadar pek çok alanda olumsuz etkilere yol açar. hayırsever bireyler ve kuruluşlar, su kuyuları açarak bu soruna kalıcı çözümler sunmaya çalışmaktadır. Su kuyuları, yalnızca su ihtiyacını karşılamakla kalmaz, aynı zamanda toplulukların yaşam standartlarını artırır ve ekonomik kalkınmalarına katkıda bulunur. Su kuyusu açmanın zekat verme ile bir bağlantısının olup olmadığı, İslami perspektiften sıklıkla gündeme gelen bir meseledir.
Zekatın hedefi, muhtaç olanların temel gereksinimlerini karşılamaktır. Su kuyusu açmak, insanlara su sağlayarak önemli bir ihtiyaçlarını gidermektedir. su kuyusu açmanın zekat yerine geçip geçmeyeceği şu koşullara bağlıdır:
Mülkiyet Şartı: Zekat, kişinin mülkünden çıkmalı ve doğrudan ihtiyaç sahiplerine ulaşmalıdır. Eğer su kuyusu belirli bir köy ya da bölgeye ait olup herkesin ortak kullanımı için açılıyorsa, zekatın doğrudan bireylere ulaşma şartını tam olarak karşılamayabilir.
Zekat Alacaklıları: Zekat, Tevbe Suresi'nin 60. ayetinde belirtilen sekiz sınıfa verilmelidir: Fakirler, miskinler, borçlular, yolcular gibi bireylerdir. Eğer su kuyusu doğrudan bu sınıfların faydalanabileceği şekilde açılıyorsa, zekat yerine geçebilir.
Niyet: Zekat verirken niyet şarttır. Su kuyusu açarken, zekat niyetiyle hareket edilmelidir.
Su kuyusu açmak, zekat olmasa da sadaka-i cariye kapsamında önemli bir sevap kazandıran bir eylemdir. Sadaka-i cariye, kişi vefat ettikten sonra bile sevabı devam eden hayır faaliyetleridir. Su kuyusu gibi kalıcı hayır eserleri, insanların yaşamını kolaylaştırır ve büyük manevi kazançlar elde edilmesini sağlar.
İslam Alimlerinin Görüşleri
İslam bilginleri arasında, su kuyusu açmanın zekat olarak sayılıp sayılmayacağına dair çeşitli görüşler mevcuttur. İşte bu konuda bazı önde gelen İslam bilginlerinin görüşleri:
İmam Ebu Hanife (Hicri 80-150):
Zekâtın "mülk edinme" şartıyla doğrudan yoksul ve ihtiyaç sahibi bireylere dağıtılması gerektiğini ileri sürer. İmam Ebu Hanife'ye göre zekât, kişilerin sahipliğine geçmeli ve topluma açık hayır faaliyetlerinde kullanılamaz.
İmam Şafii (Hicri 150-204):
İmam Şafii, zekâtın bireylerin şahsi ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla doğrudan kişilere verilmesi gerektiğini belirtir. Kamu hizmetlerine yönelik projelerin zekât kaynaklarıyla finanse edilmesini ise uygun bulmamıştır.
İmam Malik (Hicri 93-179):
İmam Malik, zekâtın Kur'an'da belirtilen sekiz gruptan birine verilmesi gerektiğini belirtmiştir. "Fi sebilillah" (Allah yolunda) harcama, yalnızca savaşla bağlantılı giderler veya İslam'ın korunması amacıyla yapılan özel harcamalarla sınırlıdır.
İmam Ahmed bin Hanbel (Hicri 164-241):
İmam Ahmed, zekâtın belirli bireylere ulaşması gerektiğini belirtir ve bu görüşüyle diğer üç mezheple benzer bir tutum sergiler.