Kanuni Sultan Süleyman’ın sanatkâr ve derin düşünceli yönünü ortaya koyan en dikkat çekici hikâyelerden biri, Topkapı Sarayı’nın bahçesinde geçer. Devlet işlerinden kalan zamanını tabiatla meşgul olarak değerlendiren padişah, bir gün itinayla yetiştirdiği meyve ağaçlarının karıncalar tarafından sarıldığını fark eder. Zarar gören ağaçların akıbeti üzerine tereddüt yaşayan Kanuni, meseleyi dönemin büyük âlimi Şeyhülislâm Ebussuud Efendi’ye arz etmeye karar verir.
Fakat bu sıradan bir soru değildir. Sultan, ince bir eda ve şairane bir üslupla şu dizeleri kaleme alır:
“Dırahta ger ziyan etse karınca,
Günahı var mıdır ânı kırınca?”
Yani padişah, “Eğer karıncalar ağaca zarar veriyor, onu kurutuyorsa onları yok etmenin günahı var mıdır?” diye sorar. Aslında bu soru, sadece fıkhî bir mesele değil, aynı zamanda merhamet ile adalet arasındaki ince çizginin de sembolüdür.
Ebussuud Efendi ise padişahın gönlünü hoş tutacak kolay bir yanıt vermek yerine, meselenin adalet terazisini hatırlatan veciz bir cevapla karşılık verir. Onun cevabı, sadece Kanuni’ye değil, asırlar boyunca insanlara ders verecek niteliktedir:
“Yarın Hakk’ın divanına varınca,
Süleyman’dan hakkın alır karınca.”
Bu nükteli yanıt, hem dinî hem de ahlâkî bir ikazdır. Zira en küçük canlının bile hakkı gözetilmeli, adalet duygusu en üst mertebede korunmalıdır. Padişaha verilen bu cevap, aslında tüm yöneticilere ve güç sahibi insanlara seslenen evrensel bir mesaj niteliği taşır: “Mazlum kim olursa olsun, ister bir insan, ister küçücük bir karınca; Hakk’ın divanında herkes hakkını alır.”
Bu kıssa, Kanuni’nin sanat ve edebiyata verdiği değeri, Ebussuud Efendi’nin ise ilmiyle hikmetini nasıl harmanladığını gözler önüne serer. Aynı zamanda tarihe, adalet anlayışının ne kadar köklü ve derin olduğuna dair eşsiz bir hatıra bırakır.
Bugün dahi bu hikâye, adalet, merhamet ve sorumluluk duygusu üzerine ders çıkarılması gereken bir öğüt olarak anlatılmaya devam etmektedir.