Hz. Süleyman (a.s.) kimdir? Nerede dünyaya gelmiştir? Babası kimdir? Peygamber midir? Kur’an’da ismi geçiyor mu? Kendisine vahiy edilen bir kitap var mı? Hangi topluluğa gönderilmiştir? Mesleği nedir? Mezarı nerede bulunmaktadır? Hz. Davud’un oğlu olan ve İsrailoğulları’na gönderilen hükümdar ve peygamber Hz. Süleyman’ın (a.s.) yaşamı, mucizeleri ve hikayesi.
Hz. Süleyman Aleyhisselâm Gazze’de doğdu. Babası Hz. Davut vefat ettiğinde henüz 12-13 yaşlarında idi. Onun ardından hem hükümdarlık hem de peygamberlik görevi kendisine verildi. Kur’an’da pek çok yerde adı geçen Hz. Süleyman, Allah’ın seçkin kullarından biri olarak hikmeti, zekâsı, anlayışı ve adaletiyle öne çıkmıştır. Allah ona büyük bir saltanatla birlikte rüzgârları, cinleri ve hayvanların dilini emrine verme nimeti bahşetmiş, ayrıca yüksek bir ilim ve ferasetle donatmıştır. Yarış atlarına olan sevgisiyle de bilinir. Kudüs’te Beyt-i Makdis’in yapımını tamamlamış, Sebe Melikesi Belkıs ile evlenmiş ve kırk yıl süren saltanatının ardından 52–53 yaşlarında vefat etmiştir.
Çocukluğundan itibaren zekâsı ve kavrayışı dikkat çekmiş, daha küçük yaşlarda verdiği hükümlerle adalet anlayışını göstermiştir. Rivayetlere göre iki kadın arasındaki çocuk anlaşmazlığında gerçek annelik şefkatini ortaya çıkaran hükmüyle hak sahibini belirlemiş, yine bir koyun sürüsünün tarlaya verdiği zarar konusunda geliştirdiği çözüm babası Davut Aleyhisselâm’ın da tasdikini kazanmıştır. Böylece adaletli düşünüşüyle Kur’an’da övülmüştür.
Babası Davut Aleyhisselâm onu oğulları arasından halife seçtiğinde, İsrailoğulları başlangıçta gençliğini gerekçe göstererek karşı çıkmışlardır. Ancak Allah’ın lütfuyla gerçekleşen imtihanlar sonucunda onun üstünlüğü ortaya çıkmış ve herkes tarafından kabul edilmiştir. Bu süreçte Hz. Davut oğluna hikmetli öğütler vermiştir: Şakanın az fayda getirdiğini ve pişmanlık doğuracağını, öfkenin ise insanı küçülteceğini hatırlatmış; takvaya sarılmasını, insanlardan beklentiye girmemesini, dilini ve nefsini doğrulukla alıştırmasını öğütlemiştir. Ayrıca namazını son namazını kılar gibi huşu ile kılmasını, her gününü bir öncekinden daha hayırlı geçirmesini, basit ve bayağı kimselerden uzak durmasını, öfke anında da bulunduğu yeri terk etmesini nasihat etmiştir.
Böylece Hz. Süleyman, ilim, hikmet, adalet ve güçlü imanı ile hem peygamberlik hem de hükümdarlık görevini en güzel şekilde yerine getirmiştir.
Hazret-i Dâvûd’un vefatından sonra Hz. Süleyman Aleyhisselâm hem peygamberlik hem de hükümdarlıkla görevlendirildi. Kur’an’da onun üstün ilim ve hikmete sahip olduğu, kuşların dilini bildiği, insanlara, cinlere, hayvanlara ve rüzgârlara hükmettiği bildirilmektedir. Büyük bir saltanat ve çok sayıda nimetle donatılmış, aynı zamanda şükreden, Allah’a yönelen seçkin bir kul olarak övülmüştür. Kudüs’te Beyt-i Makdis’in inşasını tamamlamış, geniş bir coğrafyaya adaletle hükmetmiştir.
Kur’an’da geçen “temâsîl” ifadesi, Hz. Süleyman döneminde yapılan heykel ve tasvirlere işaret eder. Müfessirler bu konuda farklı yorumlar getirmiştir. Kimileri, onun Musa Aleyhisselâm’ın şeriatına bağlı olduğunu ve canlı suretlerin yasaklandığını söylerken, bazıları o dönemde böyle bir iznin bulunduğunu ifade etmiştir. Ancak İslam’da Peygamber Efendimiz’in hadisleriyle canlıların resim ve heykelinin yapılması kesin olarak yasaklanmıştır. Çünkü bu tür tasvirler, insanları zamanla putperestliğe sürüklemiştir. Hadislerde bu işi yapanların kıyamet günü ağır azaba uğrayacağı bildirilmiş, canlı suret bulunan yerlere meleklerin girmediği de vurgulanmıştır.
Resim ve suretle ilgili yasakların yanında köpek meselesi de dikkat çekicidir. Peygamber Efendimiz, evde köpek bulunduğu için Cebrâil Aleyhisselâm’ın gelmediğini haber vermiştir. Bu sebeple ev içinde köpek beslemek uygun görülmemiştir. Ancak avcılık, çobanlık veya güvenlik gibi zaruri ihtiyaçlar için dışarıda köpek beslemeye izin verilmiştir. Köpeğin sadık bir hayvan oluşu, farklı alanlarda insanlara hizmet edebilmesi, Allah’ın ona verdiği özelliklerdendir. Yine de ev içinde bulundurulması dinen yasaklanmış, çünkü salyası ve nefesi necis sayılmıştır.
İslam, köpeğe veya herhangi bir hayvana kötü muamele etmeyi asla teşvik etmez. Aksine bütün canlılara merhamet telkin eder. Nitekim susuz kalan bir köpeğe su veren günahkâr bir kadının bağışlandığını bildiren hadis, bunun en güzel örneğidir. Tarihimizde de hayvanların korunmasına yönelik vakıflar kurulmuş, onlara şefkat gösterilmiştir.
Hz. Süleyman’a verilen nimetler ve onun şeriatındaki uygulamalar farklılık gösterebilir; fakat İslam, canlı resim ve heykel yapımını yasaklamış, köpek beslemeyi de belli sınırlar çerçevesinde düzenlemiştir. Esas olan, her konuda Allah’ın koyduğu ölçülere riayet etmek, mahlûkata şefkatle yaklaşmaktır.
Hazret-i Süleymân Aleyhisselâm, büyük bir kudret ve saltanat sahibi olmasına rağmen Allah Teâlâ tarafından imtihan edilmiştir. Kur’an-ı Kerîm’de bu durum, “And olsun ki Süleymân’ı imtihan ettik. Tahtının üzerinde bir cesed bırakıverdik. Sonra tevbe etti.” (Sâd, 34) şeklinde anlatılır. Bu âyet, onun bir süre için gücünden mahrum bırakıldığını ve her şeyini kaybettiğini bildirir.
Müfessirler bu imtihanın mahiyeti hakkında farklı rivayetler aktarmışlardır. Bir görüşe göre Süleymân Aleyhisselâm, Mescid-i Aksâ’nın yapımı sırasında şeytanların hilesiyle tahtından uzak kalmış, bir süre nüfuzunu kaybetmiş ya da tahtında bir başkası oturmuştur. Bir başka rivayete göre, çok sayıda çocuğu olsun ve onların Allah yolunda cihad etmelerini arzu etmiş, fakat bu dileğini “inşâallâh” diyerek Allah’a bağlamayı unutmuştur. Bunun üzerine yalnızca sakat bir çocuk dünyaya gelmiştir. Nitekim Peygamber Efendimiz de “yarın haber vereyim” dediğinde “inşâallâh” demeyi unuttuğu için bir müddet vahiyden mahrum kalmıştır.
Bazı rivayetlerde ise Hz. Süleymân’ın ağır bir hastalığa tutulduğu, tahtında âdeta cansız bir cesed gibi kaldığı belirtilir. Başka bir yorumda ise kalbine öyle bir korku verildiği, belâ endişesiyle âdeta hareketsiz kaldığı anlatılır. Sonuçta bu olay, Allah’ın kudretini ve kulunun O’na muhtaç olduğunu hatırlatan bir imtihandır. Süleymân Aleyhisselâm tevbe etmiş, yeniden Allah’a yönelmiş ve eski hâline kavuşmuştur.
Hazret-i Süleymân Aleyhisselâm, ağır imtihanlardan sonra Allah’ın lütfuyla tekrar eski kudretine kavuştu. O, içtenlikle dua ederek: “Rabbim, beni bağışla ve bana benden sonra kimseye nasip olmayacak bir mülk ver. Şüphesiz Sen çok bağışlayansın.” (Sâd, 35) diye yalvardı. Bu isteği övünmek için değil, zamanındaki zalim hükümdarların gurur ve zulmünü kırmak içindi. Fahreddin Râzî’nin ifadesine göre onun asıl muradı dünya saltanatı değil, ahiret saadetiydi; böylece insanlar dünyaya hırs göstermesinler diye böyle bir dua etmişti.
Allah Teâlâ onun duasını kabul etti; rüzgârı emrine verdi, cinleri ve şeytanları onun hizmetine boyun eğdirdi. Kimi büyük saraylar, mabetler, havuzlar ve devasa kazanlar yapıyor, kimi ise denizlerden cevherler çıkarıyordu. Emirlerine karşı gelen inatçı olanlar ise zincirlere vuruluyordu. Bu sayede Süleymân Aleyhisselâm, insanların güç yetiremeyeceği işleri yaptırabilecek bir kudrete sahip oldu. Allah ona, “Bu bizim bağışımızdır; ister ver, ister elinde tut, hesapsızdır.” buyurarak geniş bir tasarruf yetkisi de verdi (Sâd, 39).
Rasûlullah Efendimiz de bir hadisinde, namazını bozmak isteyen bir cin ifritini yakaladığını, fakat Hz. Süleymân’ın duasını hatırlayarak onu serbest bıraktığını haber vermiştir. Böylece onun duasının, peygamberler nezdinde dahi özel bir yeri olduğu anlaşılır.
Bunca saltanat, zenginlik ve güç verilmesine rağmen Hz. Süleymân kalbini dünyaya kaptırmadı. Her zaman tevazu, huşû ve kulluk bilinci içinde yaşadı. Rivayetlere göre Allah’a olan derin saygısı sebebiyle ömrü boyunca başını semaya kaldırmamıştı. Bu da onun sahip olduğu ihtişama rağmen dünyadan yüz çevirip kalbini tamamen Rabbine bağladığını göstermektedir.