Hicrî II. yüzyılda Basra’da yaşamış olan Abdülvâhid b. Zeyd, erken dönem zâhidler arasında dikkat çeken bir isimdir. Kaynaklarda onunla ilgili ayrıntılar sınırlı olmakla birlikte, künyesi Ebû Ubeyde, nisbesi ise Basrî olarak kaydedilmiştir. Babasının da Basrî nisbesiyle anılması, onun Basra doğumlu olma ihtimalini güçlendirmektedir. Ancak doğum tarihi kesin olarak bilinmemektedir.
Hakkında aktarılan rivayetlerde, günlük konuşmalarında Farsça kelimeler kullandığı, hatta bazı ayetleri Farsça’ya çevirdiği belirtilir. Bu ayrıntılar onun Fars kökenli olabileceğini düşündürmektedir.
Abdülvâhid b. Zeyd, özellikle etkileyici vaazlarıyla tanınsa da, hadis rivayetinde güvenilir bulunmamıştır. İbn Hibbân, onun ibadete aşırı yönelmesi sebebiyle rivayetlerinde titiz davranmadığını, bu yüzden zayıf kabul edildiğini ifade eder. Bu durum, zühd yönünün hadisçiliğinin önüne geçtiğini göstermektedir.
Kaynaklarda, onun kader konusunda Mu‘tezile’ye yakın fikirler benimsediği zikredilir. Zehebî, Abdülvâhid’in “Allah kulları dalâlete düşürür” ifadesini reddettiğini ve bunun bid‘at olarak değerlendirildiğini aktarır. Hasan-ı Basrî’nin öğrencisi olması sebebiyle Cebriyye’ye muhalefet etmiş, insanın fiillerinden sorumlu olduğunu savunmuştur. Bu yönüyle, hem Kaderiyye’ye hem de Cebriyye’ye karşı farklı tutumlar sergilediği anlaşılmaktadır.
Onun Filistin, Hicaz ve İran’a seyahat ettiği nakledilmiştir. Son dönemlerinde felç geçirdiği menkıbevî şekilde anlatılır. Vefat tarihi konusunda farklı rivayetler vardır: bazı kaynaklar 170 veya 177 yıllarını kaydederken, Zehebî onun 155–160 yılları arasında vefat etmiş olmasının daha tutarlı olduğunu belirtmiştir.
Abdülvâhid b. Zeyd, Hasan-ı Basrî, Mâlik b. Dînâr ve Eyyûb es-Sahtiyânî gibi önemli isimlerle aynı çevrede bulunmuştur. En tanınmış öğrencileri arasında ise Râbia el-Adeviyye, Utbetü’l-Gulâm ve Ahmed b. Atâ el-Huceymî vardır. Râbia ile arasında geçen evlilik teklifi rivayeti, aralarındaki yakın ilişkiyi göstermektedir. Ayrıca Utbe’nin vaazlarında sürekli ağlaması sebebiyle şikâyet edilmesi, onun üzerindeki derin etkisini ortaya koyar.
Kaynaklarda, onun farklı coğrafyalardaki seyahatleri sırasında bazı Hristiyan rahiplerle görüştüğü aktarılır. Bu diyaloglarda, yalnızlık, ihlas, sevgi ve dünya nimetlerinden uzak durma gibi konular gündeme gelmiştir. Ancak bu karşılaşmalar kısa süreli olmuş ve tasavvuf anlayışını temelden etkilediği söylenemez.
Abdülvâhid b. Zeyd’in düşüncesinde öne çıkan bazı kavramlar şunlardır:
Havf ve Hüzün: Allah korkusu ve gözyaşı, onun hayatında en belirgin özelliklerden biridir. “Ağlamak, kurtuluş vesilesidir” diyerek hem kendisi ağlamış hem de dinleyenlerini gözyaşına teşvik etmiştir.
Açlık ve Riyâzet: Sık sık açlığı övmüş, fazla yemenin nefsin zayıflamasına yol açtığını vurgulamıştır. Ona göre açlık, insanı içsel arınmaya götüren bir araçtır.
Rızâ: Allah’ın takdirine rızâyı en yüce kapı olarak tanımlamış, rızâyı dünyadaki cennet ve en büyük huzur kaynağı olarak görmüştür.
İlahî Aşk: “Aşk” kavramını Allah sevgisi için kullanan ilk sûfîlerden kabul edilir. Bazı rivayetlerde Allah ile kul arasındaki bağı “aşk” kelimesiyle dile getirdiği aktarılmıştır. Bu yönüyle, tasavvufta ilahî aşk düşüncesinin öncülerinden sayılır.
Abdülvâhid b. Zeyd, Basra merkezli zühd hareketinin önde gelen simalarındandır. Her ne kadar hadis rivayetinde güvenilir bulunmasa da, etkili vaazları, derin hüzün anlayışı ve Allah korkusunu merkeze alan öğretileriyle sonraki sûfîler üzerinde güçlü bir tesir bırakmıştır. Onun adı, özellikle aşk, rızâ, açlık ve gözyaşı gibi kavramlarla birlikte anılmış ve erken tasavvuf geleneğinin şekillenmesinde önemli bir halka olmuştur.
Abdülvâhid b. Zeyd’in tasavvuf düşüncesinde öne çıkan kavramlar şunlardır:
Allah korkusu ve hüzün onun yaşamının merkezindeydi. Sürekli ağlaması sebebiyle “bekkâîn” zümresi içinde anılmıştır. Kur’an tilaveti sırasında kendini kaybedecek derecede gözyaşı döktüğü nakledilir.
Ona göre açlık, kalbi temizleyen en önemli disiplindi. Adem’in cennetten bir lokma sebebiyle çıkarıldığını hatırlatarak, yemek konusunda aşırılıktan sakındırırdı. Aç kalmanın güzel ahlâka ve ibadette sebatkârlığa vesile olduğunu söylerdi.
Rızâyı “Allah’ın en yüce kapısı ve dünya cenneti” olarak görürdü. Ona göre musibetlere sabretmekten daha faziletli olan şey, Allah’ın takdirine razı olmaktı. Rızâyı, Allah sevgisinin en yüksek derecesi olarak tanımlamıştır.
Erken dönem sûfîleri arasında “aşk” kelimesini Allah sevgisi için kullanan ilk kişilerden biridir. Ebü’l-Hasan ed-Deylemî ve Rûzbihân Baklî, bu konuda onu öncü kabul etmişlerdir. Bir hadiste, “Kul zikre dalınca bana âşık olur, ben de ona âşık olurum” sözünü rivayet ettiği aktarılır. Bu yönüyle tasavvuf tarihinde “Allah aşkı” fikrinin öncülerindendir.
Abdülvâhid b. Zeyd, hadis rivayetinde güvenilir bulunmasa da, tasavvuf tarihinde etkili bir şahsiyet olmuştur. Zühd, havf, gözyaşı, rızâ, açlık ve aşk gibi kavramları öne çıkararak sonraki nesiller üzerinde derin tesirler bırakmıştır. Öğrencileri aracılığıyla Basra merkezli zühd anlayışı farklı bölgelere taşınmış ve tasavvufun şekillenmesinde önemli bir rol oynamıştır.